Giriş: İki Hukuk Dalının Kesiştiği Kriz Anı
Kamu ihale süreçleri, idare hukuku kurallarına göre yürütülen bir dizi idari işlemden oluşur ve bu sürecin sonunda özel hukuk alanına giren bir kamu ihale sözleşmesi imzalanır. Peki, sözleşme imzalanıp yüklenici işe başladıktan sonra, ihalenin en başında yapılan bir işlemin hukuka aykırı olduğu gerekçesiyle bir idari mahkeme tarafından iptaline karar verilirse ne olur? İşte bu soru, idare hukuku ile borçlar hukukunun kesiştiği, uygulamada ciddi hukuki ve mali sorunlara yol açan karmaşık bir problemin başlangıcını oluşturur.
Bu durumda sözleşmenin de otomatik olarak geçersiz hale mi geleceği, yoksa geçerliliğini koruyup korumayacağı doktrinde hararetli bir şekilde tartışılmaktadır. Türk doktrininde, Anayasa'nın 138. maddesindeki "yargı kararlarının bağlayıcılığı" ilkesi, idarenin sözleşme yapma yetkisinin geçmişe etkili olarak ortadan kalktığı veya durumun kamu düzenine aykırı olduğu gibi gerekçelerle sözleşmenin de geçersiz sayılması gerektiğini savunan görüşler mevcuttur. Ancak bu yaklaşımlar, sözleşmenin geçerliliğini kural olarak koruduğu İsviçre ve Alman hukukları gibi karşılaştırmalı hukuk örnekleriyle çelişmektedir. Yargıtay ise bu tartışmada kendine özgü ve yerleşik hale gelen bir çözüm geliştirmiştir.
Yargıtay'ın Yerleşik İçtihadı: "Kusursuz İmkânsızlık" Çözümü
Yargıtay, son yıllarda verdiği istikrarlı kararlarla, idari yargının iptal kararının mevcut sözleşmeyi kendiliğinden geçersiz kılmadığı görüşünü benimsemiştir. Yüksek Mahkeme, sorunu Borçlar Kanunu zemininde çözmeye çalışarak şu üç adımlı formülü uygulamaktadır:
I. Hukuki İmkânsızlığın Doğumu:
Yargıtay'a göre, idari mahkemenin ihale işlemini iptal etmesi, ihaleyi yapan idare açısından artık o sözleşmeyi yürütmeye devam etmesini hukuken imkânsız hale getirir. İdare, Anayasa gereği bu yargı kararına uymak zorunda olduğundan, sözleşmenin ifasına devam edemez. Bu durum, fiziki bir imkânsızlık değil, bir "hukuki imkânsızlık" olarak nitelendirilir.
II. İmkânsızlığın "Kusursuz" Olarak Nitelendirilmesi:
Yargıtay'ın yaklaşımındaki en kritik ve tartışmalı nokta burasıdır. Yargıtay, bu hukuki imkânsızlığın ortaya çıkmasında ihaleyi yapan idarenin bir kusuru olmadığına hükmetmektedir. Bu görüşün temel mantığı şudur: İdare, sözleşmeyi kendi keyfi iradesiyle değil, bir üçüncü kişi (başka bir istekli) tarafından açılan dava sonucunda verilen ve uyulması zorunlu olan bir mahkeme kararı nedeniyle sona erdirmektedir. Dolayısıyla idare, bu imkânsızlıktan sorumlu tutulamaz ve durum, Türk Borçlar Kanunu'nun 136. maddesinde düzenlenen "borçlunun sorumlu olmadığı sonraki imkânsızlık" (kusursuz imkânsızlık) kapsamına girer.
III. Kusursuz İmkânsızlığın Mali Sonuçları:
Bu niteleme, tazminatın kapsamını doğrudan belirlemektedir:
Müspet Zarar (Kâr Kaybı) Talep Edilemez: TBK m. 136 uyarınca, borcun ifası kusursuz olarak imkânsızlaştığında borçlu borcundan kurtulur. Bu ilkeye dayanan Yargıtay, idarenin fesihte kusursuz olduğunu kabul ederek, yüklenicinin sözleşme devam etseydi elde edeceği kâr (müspet zarar veya kâr kaybı) gibi kalemleri talep edemeyeceğine karar vermektedir.
Menfi Zararlar Talep Edilebilir: Yargıtay burada standart bir kusursuz imkânsızlık rejiminden ayrılarak, yüklenicinin "sözleşmenin geçerliliğine güvenerek yaptığı masrafların" (menfi zararların) idare tarafından karşılanması gerektiğine hükmetmektedir. Bu masraflar arasında noter giderleri, damga vergisi, teminat mektubu komisyonları ve Kamu İhale Kurumu payı gibi kalemler yer alır.
Yargıtay'ın Yaklaşımına Yönelik Eleştiriler ve Tartışmalı Konular
Yargıtay'ın bu çözümü, idareyi büyük tazminat yüklerinden koruma amacı gütse de, sorumluluk hukukunun temel ilkeleri açısından ciddi çelişkiler barındırmaktadır:
I. En Temel Tartışma: İdare Gerçekten Kusursuz mu?
Eleştirilerin odak noktası, imkânsızlığın "kusursuz" olarak nitelendirilmesidir. İdari mahkeme, ihale işlemini neden iptal etmiştir? Cevap basittir: İhaleyi yapan idarenin, ihale sürecinde kanuna ve mevzuata aykırı bir işlem yapması nedeniyle. Yani, iptal kararının ve dolayısıyla sözleşmenin ifasının imkânsızlaşmasının kök nedeni, bizzat idarenin kendi kusurlu eylemidir. İptal davasını açan üçüncü kişi veya kararı veren mahkeme değil, hukuka aykırılığı gerçekleştiren idare, nedensellik bağının merkezindedir. Bu durumda olayın hukuki niteliği, TBK m. 136 (kusursuz imkânsızlık) değil, TBK m. 112 kapsamında idarenin sorumlu olduğu bir imkânsızlık olmalıdır ve bu da yüklenicinin tüm müspet zararlarının da tazminini gerektirir.
II. Tazminat Hukukundaki Çelişki: Menfi Zararın Varlığı Kusurun İkrarıdır
Yargıtay'ın yaklaşımındaki bir diğer tutarsızlık, menfi zararların tazminine karar vermesidir. Eğer ortada gerçekten TBK m. 136 anlamında tam bir kusursuzluk durumu olsaydı, borçlunun (idarenin) hiçbir tazminat ödeme yükümlülüğü bulunmaması gerekirdi. Yargıtay'ın, yüklenicinin yaptığı masrafları idareye ödettirmesi, aslında bu imkânsızlıktan idarenin sorumlu olduğunun örtülü bir ikrarıdır. Ancak bu sorumluluğu tam olarak tanımayıp sadece menfi zararlarla sınırlayarak, Yargıtay'ın hukuki ilkelerle çelişen, adeta "hakkaniyet" temelinde kendine özgü bir çözüm yarattığı görülmektedir.
III. Kavram Karmaşası: İmkânsızlık mı, Fesih mi?
Yargıtay kararlarında, bir yandan TBK m. 136 uyarınca imkânsızlıktan bahsedilirken, diğer yandan idarenin bu imkânsızlık nedeniyle "sözleşmeyi feshetmesinden" söz edilmektedir. Oysa hukuken bu iki kavram farklıdır. Kusursuz imkânsızlık, sözleşmeyi kendiliğinden sona erdirir; ayrıca bir fesih beyanına gerek yoktur. Bu kavramsal karmaşa, Yargıtay'ın durumu mevcut hukuki kalıplara oturtmakta zorlandığını göstermektedir.
Sonuç
Yargıtay, idari yargı kararlarının kamu ihale sözleşmeleri üzerindeki etkisine ilişkin olarak, sözleşmenin kendiliğinden geçersiz olmadığı yönünde isabetli bir başlangıç noktası belirlemiştir. Ancak, idareyi koruma gayesiyle geliştirdiği "kusursuz imkânsızlık" formülü, sorumluluk hukukunun temel prensipleriyle bağdaşması güç, çelişkili ve doktrinde yoğun olarak eleştirilen bir içtihat ortaya çıkarmıştır. İdarenin kendi kusurlu eyleminden doğan bir sonucu "kusursuzluk" olarak nitelemesi ve tazminat sorumluluğunu yapay bir şekilde sınırlaması, hukuki öngörülebilirlik açısından sorunlar yaratmaktadır. Konunun en basit çözümü, sözleşmelere idari yargıda verilecek bir iptal kararının sözleşmeyi sona erdiren bir "bozucu şart" olarak eklenmesi olabilir. Bu, taraflara en baştan hukuki netlik sunacak ve Yargıtay'ı hukukun temel ilkelerini zorlayan yorumlar yapmaktan kurtaracaktır.
Bu makalede temel olarak Prof. Dr. Vedat Buz hocanın yazdığı aşağıdaki makale dikkate alınmıştır.
Buz, Vedat, İdari Yargıda Verilen İptal Kararlarının Kamu İhale Sözleşmeleri Üzerindeki Etkilerine İlişkin Yargıtay Kararlarının Değerlendirilmesi, Banka ve Ticaret Hukuku Dergisi 2021, C. XXXVII, S. 2 s. 39-69




Yorum Bırak